28 Aralık 2008 Pazar

Adem ile Havva

Bazen düşünüyorum da bir bayanın saptırması, erkeğin ona uyması yüzünden mi dünya almeine sepetlendik diye... Ama aklım ve zekam bunu kabul etmiyor.. Neyi mi kabul ediyor??

Doğrusu ile yanlışı ile düşüncelerim :

Allah katından geliyorsak eğer bu dünyaya, Allah katında zaman kavramı bizim boyutumuzdaki gibi işlemiyorsa... Yaratılış her an olmakta, her yaratılmış için dünya vehim ile dolu bir yer olarak sunulmakta bize...

Unutmayalım ki Allah ayetinde : Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.(2-30)

Bu ayet benim belkide tüm düşüncelerimi değiştiren ayettir.. Melekler akıl verircesine Allah'a bizim bozgunculuk yapacağımızdan bahsetmişler...aslında hala da bahsediyorlar, O an sürekli yaşanıyorcasına kulağıma geliyor...Konudan saptık biraz..Yani ortada bir cennet kavramı yok, yeryüzünden bu dünyadan bahsediliyor, ve burası cennet olarak nitelendiriliyor, taki Vehim duygusu verilene kadar Ademeoğluna, Vehim duygusuna gelince, işte o da şuan tüm insanlığın yaşadığı duygu, bu duygudan kendisini kurtaran zatlara ermiş, nirvana ya ulaşmış diyorlar..Peki bu duygu nedir??
Bu duygu tamamıyle sürekli deprosyon halidir, kasteddiğim deprosyon , sadece arabesk yaşam değil, aksine çok mutlu olmayı da kapsamaktadır... Çünkü varolmayan metalara karşı içimizde oluşturduğumuz putlar, onları var gösterip, hedef haline getirerek, An duygusundan ve insanlığın asıl özü olan düşünmeden bir hayli uzaklaştırıyor, bazılarımız diyor ki ben o boş dediğin metalar içinde düşünüyorum, kafa patlatıyorum... Bizimde cevabımız zaten var olmayan bir işe çaba sarf etmek, düşünmek.. düşündüğün manasına gelmez....

Allah bana dünya katında veli olan bir kulu tanışma fırsatını vermişti geçen yıllarda, bir salaş lokantadaya girmiştik k.bakkalköy civarlarında ve ortaya çok güzel yemekler söylemişti, sonrada işte dünya bu demişti, ben içimden hayda adam ne diyo lan demiştim, ardından söylediği bir kaç kelime yüzümün kızarmasına neden olmuştu, sarfettiği sözler ise :" Acelici olmamak gerek, sabır verilene sabır, işte dünya böyle güzellikler ile geliyor önümüze, hayatımızı idama ettirecekleri vucud aldıktan sonra dünyanin geri kalanını da WC de görüyoruz... Çabalayıp hırslandığımız, öz değerlerimizi bir yana bırakıp var olmayanlara koştuğumuz anlarda da belki o iş esnasında fani olmayan birkaç şey dışında hepsi lağam gibi dünyanın oyununa dökülüp gidiyor.." Çok sordum, ne için çabalamak lazım ya da ne için çabalamamak, ama hala bir çözüm bulamadım... Bazen diyorum " Allah tan Belanı mı istiyorsun diye" ...

Ama yıllardır hep aklımda , ve ön işlemler arasında "ben bu iş için yaratılmadım, peki ne yapmalıyım" sorusu, başlangıcı belli olan fakat kaç devir atacağını bilmediğim bir do while döngüsünde devam ediyor...

İşin özü, dünya da İYİ VE KÖTÜ diye bir kavramın olmadığını kabullenmekten geçer diyorlar, ama nasıl...

26 Aralık 2008 Cuma

Cenabetlik ve Güsül






Maddî temizlik aracı olan ibadetlerimizin ikincisi gusül, yani boy abdestidir. Gusül, ibadet niyetiyle bütün vücudun baştan ayağa yıkanması demektir. İslam dîninde, cinsel ilişki veya boşalmadan sonra, kadın ve erkeğin boy abdesti alması zorunludur.

Yıkanmanın dînî bir gereklilik olması, medeniyet tarihimizde temizlik ve su kültürümüzün olağanüstü gelişmesini sağlamıştır. Evlerdeki banyo imkânlarının kısıtlı olduğu devirlerde hamamların ne kadar önem taşıdığı açıktır. Tarihimizde yerleşim bölgelerinde yapılaşma sırasında önce hamam ve câmi gibi genel hizmet binaları inşa edilirdi. Orduların seferlerinde, bir yerde konaklanacağı zaman ilk önce seyyar hamam çadırları kurulurdu.

Guslün yani tepeden tırnağa yıkanmanın beden sağlığı bakımından önemi bellidir. Bu sebeple, cünüp olanlar, âdet ve loğusalık halleri sona eren hanımlar için zorunlu olan gusül, bu durumların dışında haftada bir Cuma günleri için sünnet kılınmıştır, yani makbul ve sevaplı bir hareket sayılmıştır. Abdest üzerine abdest, gusül üzerine gusül nur üzere nur (nûrun alâ nûr)dur.

Boy abdestinin iç anlamıyla ilgili yorumlardan birisi şudur: Cinsel ilişki esnasında insan, yaradılış gereği, maddî zevklere, bedenî hazlara dalar. Bu doğal olmakla beraber, insan hayatının yegâne amacı maddî "haz" değildir. Cinsel haz, neslin devamı için bir araçtır. Orada takılıp kalan bir kişi insanın rûhî-mânevî yönünü gözardı etmiş olur. O haz sebebiyle nefsin kirlenmesi söz konusudur. Kirlenen nefs "yukarı âlem"e ilgi duymaz.

Uzun süre kendisini tamamıyla mânevî hayata veren bir kimsenin, âniden dünyevî hayata yönelmesi uyumsuzluğa yol açtığı gibi, bütünüyle bedenî ve dünyevî zevklere dalan kimsenin birden bire mânevî ve rûhânî hayata yönelmesi de aynı şekilde uyumsuzluğa yol açabilir. Bundan dolayı, bu geçişlerin tedricî olarak yapılması gerekir. Abdest ve boy abdesti, bu geçişleri düzenlemekte ve kolaylaştırmakta bir aracı olur.

Bayılan veya fenalaşan bir kimsenin su ile serinletilerek kendine gelmesi gibi, cinsel ilişki sırasında kendinden geçen, ruhun etkisinden uzaklaşan kişi de yıkanarak tekrar kendine döner, mânevî âleme yönelmeye uygun hale gelir.

Âşikârdır ki, cinsel ilişkiden veya ihtilâm olduktan sonra yapılan banyo, sadece manevî bakımdan değil, bedenen de faydalıdır. Vücuttaki gerilim ve gevşemeden sonra yıkanmak insanı dinlendirir, yorgunluğu giderir ve dinçleştirir.

Muhyiddin İbnü'l-Arabî (ö.638/1240) Fusûsu'l-Hıkem adlı kitabının son bölümünde, boy abdesti konusunda ilgi çekici bir yorum yapar. Hz. Peygamber'in " Bana dünyadan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nûru olan namaz." 2 anlamındaki hadîsini açıklarken şu düşüncelere yer verir: İnsan dahil her şey Hakk'ın tecellisidir. O bakımdan insanın bir kimseyi sevmesi, gerçekte aslını sevmesi demektir. Esasen en çok sevilmesi gereken Allah'tır.

Hadisteki ifadeye göre, Allah'ın sevdirmesi ile erkek kadına veya kadın erkeğe ilgi duyacaktır. Bu sevginin son noktası kavuşmadır. Maddî ve bedenî unsur söz konusu olunca kavuşmanın nihayeti cinsel yakınlaşmadır. İşte kadın erkeği, erkek kadını sevip, her ikisi de sonunda cinsî birleşmeyi istedikleri için, boşalma sırasında şehvet duygusu bütün vücutlarına yayılır; böylece âdeta erkek kadının, kadın erkeğin bedeninde ve şehvet duygusunda fâni olurlar.

Cinsel haz bütün vücûdu sardığından dolayı, gusül sırasında tepeden tırnağa yıkanmak farz olmuştur. Erkek ve kadın bu duyguyu birlikte paylaştıkları için her ikisinin de temizlenmesi gerekir. Allah kulları üzerinde gayyurdur, yani onların ne şekilde olursa olsun kendisinden başkasına yönelmesinden hoşlanmaz. Bu bir ilâhî kıskanmadır. Bu vasfından dolayıdır ki Yüce Allah, insanların kendisi dışındaki maddî şeylerden zevk duyduklarını düşünmelerini istemez. Bu sebeple erkek ve kadının cinsi duyguyla birbirlerinde fanî olmalarının etkisinden kurtulup Hakk'a bağlanmaları ve Hakk'a dönmeleri için, başkasıyla tat alma düşüncesinden doğan cünüplükten onları temizlemek istemiştir. Böylece her şeyin aslı ve gerçek varlık olan kendisini hatırlamalarına, O'na dönmelerine imkân hazırlamış olmaktadır.3

Gerek abdest gerekse boy abdesti, maddî bakımdan temizlik aracı olmakla birlikte, özü itibâriyle bunlar sembolik hareketlerdir. Asıl olan, Allah'ın huzuruna çıkmadan önce manevî temizliği sağlamak maksadıyla bir takım hareketlerde bulunmaktır. Suyun bulunmadığı veya su kullanmanın sakıncalı olduğu durumlarda, abdest veya boy abdesti yerine toprakla "teyemmüm" edilmesi bunu göstermektedir.

Hadis-i Şerifte; "Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar." buyurur. 4 Yani önemli olan dış temizliği değil, iç temizliğidir. İç temizliğinin başta gelen vasıtalardan biri; göz yaşı dökerek, içi yanarak, tam bir pişmanlık duyarak Hakk'a dönmek, tövbe etmektir. Hz. Mevlânâ (ö.672/1273) şöyle diyor: " Bu görünen pislik bir parça suyla arınır. Fakat içte olan pislik arttıkça artar. İçteki pislikler anlaşıldı mı, göz yaşından başka bir şeyle temizlenemez."
Alıntıdır

22 Aralık 2008 Pazartesi

Kukla



Insanoğlu oldum olası, öğrenip idrak edemediği, inanıp da göremediği şeyler üzerinde o kadar fikir yürütüyor ki, yolu her bilen (ama yolda birkez dahi yürümemiş - geçmemiş şahsiyetler) , yolun çıkmazlığını, kolaylığını,engebesini, inişini, yokuşunu anlatırken... Yolda yürüyenler bunlara tebessümle bakıyor = hindi gibi..

Tadmayan bilemez miş, vasıl olan söyleyemez miş...

Hadi canım....


Kukla gibi,ama eklemlerimizden değil, beynimizin her kıvrımından tutturulmuşuz, kimileri parmağının ucunda döndürdüğünü sanarken dünyayı, dönenin kendisi olduğunu anlayamamış, kimileri merkezindeyken hayatın, kendi bir bok sanamamış,,, gelmiş geçmiş bu hayat böyle zanlarla....

Hakkımızda hayırola!!!

20 Aralık 2008 Cumartesi

KARMAŞINGEN

Yazmak istiyorum, ama o kadar boş olduğumu hissediyorum ki ne yazacağımı bilmiyorum, bazen bildiğimi sansamda karar verme mekanizmam doğru zamanlı çalışmıyor bu aralar.

Hayata bakıyorum, sürekli bir yenilenme ya da gerileme içersindeler, gerileme derken aslında bu da bir yenilik oluyor, yaşanılan şeyler her nekadar birbirine benzesede sebep ve sonuç ilişkisi içersinde milyarlarca kombinasyona bölünüyorlar.

Doğuyor, öğreniyor, öğrenirken büyüyor, büyürken olgunlaşıyor, olgunlaşırken ise çocukluğumuzda ki saflığımıza dönme duygusu ile yanıp kavrılıyoruz.Ama bir türlü dönemiyoruz.Dönenlerede herhalde veli kullar diyorlar, aradaki tek fark ise idrak...

İdraktan alıkoyuyor, içine düştüğümüz vehim duygusu... Varolmayan şeyleri varmışcasına görüyoruz..Örneğin PARA.. basit bir kağıt parçasını put edinenlerle dolmuş taşmış dünyamız, araçtan çok amaca hizmet etmiş duygularımız, PARA nın vermiş olduğu güven, bazı mahalle arası sözlerle büyümüşüz " Cebinde ne kadar paran varsa, o kadar erkeksin ASLANIM" gibi...
İşte kavgamın bir bölümü bu...PARA...

Çok bilindik bir söz vardır, ya yemek için çalışırsın, ya da yaşamak için yersin... tamam hadi ben yaşamak için yiyorum diyelim, eee YAŞAM ne? Evin,işin,eşin,aşın olması mı? Bu kadar basit mi? Herkesin ağlaması, götünü yırtması, değer yargılarını bir köşeye bırakması( bu değer yargısı da ayrı bir olay, kime göre değer yargısı)...Kendimle çelişiyorum yazılarımda ve hayatta, aslında sorun burada.. düşündüklerimiz ve yaptığımız eylemler..hiç birbirine uymuyor, uyduranlar ise ya çok zengin, ya çok iyi, ya çok kötü, ya çok fakir...Ben ÇOOOOK istemiyorsam peki..!

Karışık bir yazı oldu... Affola!!!

14 Aralık 2008 Pazar

Nefes


Nefes vücudunu buldumu, güzelim ezgilere döner, ama özünde o bir nefestir...O nun sadeliğindeki ritmi, fısıldadığı notaları duymak herhalde benim gibi herkesin de harcı değil diye düşünüyorum..

Peki duysaydık, acaba müziğe olan ihtiyacamızı, konuşarak anlaşmayı(bir yanlışlık vardır ortada ve anlamazlar, yırtarsın kendini o an doğru cümleler için), bakışlarımızdaki ön yargıyı bir kenara atarmıydık...Duysaydık nefesin öz'den dediklerini...


Tüm insanlık nefes alıyor, ve birçoğumuz aldığımız nefesin farkında bile değiliz, kendini tekrarlar bir düzende gidiyor..acaba duysaydık her an nefesimizi, An'ı yaşayabilir miydik? Geçmişin pişmanlık ya da böbürlenmesinden, geleceğin kibirli ya da kuşkucu olmasının önüne geçebilir miydik?


Duysaydık birbirimizin derinliklerini, birilerine ya da birşeylere sorumluluklarımızı,hatalarımız yüklermiydik...
Keşkelerden ve çünkülerden kurtulabilirmiydik nefesimizin dilini bilseydik..!

OFFFF BE ÇEKİLİR GİBİ DEĞİL YAHU!!!

11 Aralık 2008 Perşembe

10 Aralık 2008 Çarşamba

"Sen" ancak bir isimden ibaretsin!..


"Sen" ancak bir isimden ibaretsin!.. "Sen" ancak beş duyunun hayal âleminde oluşturduğu bir varlıksın!.. "Sen" var kabul edilen bir izâfî birimsin!.. Şayet sana hücre boyutunda baksak, sayısız hücrelerden ibaret bir kütlesin!.. Işık boyutunda baksak, renk renk ışıksın!.. Beyin yapın ve programın itibariyle seyretsek, belli bir görevi ortaya koymak için çeşitli özelliklerle programlanmış bir kozmik robotsun!.. Ama ne var ki bütün bunlarla beraber, özün itibariyle kâinatın herhangi bir yerinde mevcut olan tüm özelliklere de sahipsin!..

ALINTI...

9 Aralık 2008 Salı

Herşey Yaşanmıştır Diyorlar..!

Geçmiş ve gelecek yok denir ya hep An vardır! Dünyanın varoluşu ve yokoluşu O'nun OL demesinde'dir ya.. O istmezse ne olabilir ki?

Düşünelim bir orta düzey Arabamız var ve bu da gökten düşmemiş istemişiz almışız, arkada ve önde neler çalışmış acaba bu arabayı elde etmek için?

  1. İstedik : Bu isteği yaratan kim? Allah
  2. Para ya ihtiyaç var : Paramız var- ve elde tutmamız gerekiyor? Nasıl var? Çalışarak..Ne ile? Beyin gücü ya da kas gücü ile..Bu güç nereden geliyor? Besinlerden...Besin nerden zamanında bize bahşedilmiş güç+rızık ve istek(1.maddedeki ile aynıdır) ile...Besinleri yaratan kim? Allah, sana ulaşmasını sağlayan kim? Allah.. Zinciri kafanızda tamamlayınız...
  3. Nasip: Paramız var isteğimiz var, ama arabanında olması gerekiyor, arabada var, peki o arabaya gidecek yollar açık mı? Evet se 4 git, hayırsa tekrardan 1'e
  4. Araban var!
4 no ile 1 no arasındaki fark nedir ?
Hiç bir fark yok bence ortada Sadece Allah'ın İsimleri var değil mi?
Peki insanın rolu nerede o zaman?
Eline verilene ya da alınana Rıza göstermek, Üzülmemek ya da Sevinip şımarmamak...

Bana katılan varsa eğer, hiç kimse böbürlenmesin çünkü büyük bir vehim deler, yaptıkları dünyalık için!!!

Not : Lütfen vehimi bilmiyorsanız araştırın, hatta vehim ve adem olarakda inceleyiniz.

Saygılar

1 - ALLAH DİLEMEDİKÇE SİZ İSTEYEMEZSİNİZ!.. (İnsan: 30)

2 - İSTEDİĞİNİ FİİLE ÇIKARIR. (Burûc: 16)

3 - O FİİLLERİNDEN MES'ÛL OLMAZ; FAKAT ONLAR MES'ÛL OLURLAR . (Enbiyâ: 23)

4 - HALBUKİ SİZİ DE YAPAGELDİĞİNİZ ŞEYLERİ DE ALLAH YARATMIŞTIR!.. (Sâffât: 96)

5 - "YERYÜZÜNDE VEYA NEFİSLERİNİZDE SİZE İSABET EDEN BİR MUSÎBET, BİZİM ONU YARATMAMIZDAN EVVEL, MUTLAKA BİR KİTAPTA YAZILMIŞTIR.

BUNU, ÖNCEDEN MUKADDER VE YAZILI OLDUĞUNU BİLİP: ELİNİZDEN ÇIKAN ŞEYLERDEN DOLAYI ÜZÜLMEMENİZ VE ELİNİZE GEÇEN İLE DE SEVİNİP ŞIMARMAMANIZ İÇİN AÇIKLIYORUZ!.. ALLAH, DÜNYALIKLA BÖBÜRLENENİ SEVMEZ." (Hadîd: 22-23)

6 - HAREKETTE OLAN HİÇBİR MAHLÛK HARİÇ OLMAMAK ÜZERE HEPSİNİ ALNINDA ÇEKİP YÜRÜTEN O'DUR!.. (Hûd: 56)

7 - DE Kİ: HEPSİ DE KENDİ ŞÂKILESİ DOĞRULTUSUNDA FİİLLER ORTAYA KOYARLAR. (İsrâ: 84)

8 - "ALLAH DE, ÖTESİNİ BIRAK..." (En'âm: 91)

9 - BİZ HER ŞEYİ B-KADERİYLE HALKETTİK!.. (Kamer: 49)




8 Aralık 2008 Pazartesi

Patrikhane'den Tekke'ye " Yaman Dede" - III -





Ceketi Alıp Çıkmak

Üsküdar’daki evinde bir kış gecesi durumu kızı ve eşine açar. Karısı ve kızı o an feryadı basarlar. Haber Patrikhaneye kadar ulaşır. Dönemin Hıristiyan din adamları, ya Hıristiyanlığa dönmesi ya da karısından boşanması konusunda baskı yaparlar. Karısı bu ikilem karşısında kararlı bir tutum sergileyemez. Yaman Dede, zor ama cesur bir karar alır. Evden ayrılacak, yalnız yaşayacaktır.
Yerde dizlere kadar kar, havanın keskin ayaz olduğu bir Şubat gecesi ailesini toplar ve:“Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ıstırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve içindekiler size kalsın. Elveda!..”
Ceketini alıp çıkmıştır artık. Üsküdar, Selamsız Yokuşundan iskeleye iner. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınlar. Sabah karşıda, Karaköy’deki avukatlık bürosuna geçer. Birkaç gece burada yatıp kalkar. Dostlarının,öğrencilerinin evlerine misafir olur bazı geceler. Kendi ifadesi ile dür artık.

Hocaların Hocası
Azınlık okulları yanı sıra İstanbul İmam Hatip Okulu ve Y.İslam Enstitüsünde de Farsça derslerine girer. Bugün her biri kendi branşında otorite olan Prof.Dr.Hayreddin Karaman, Prof.Dr.Bekir Topaloğlu, Prof.Dr.Emin Işık,İstanbul Eski Müftüsü Selahaddin Kaya,Osman Nuri Topbaş gibi pek çok öğrenci Farsça’yı ondan öğrenir. Mevlana’yı onun gözyaşları içinde verdiği derslerden tanırlar. Allah,Rasülullah, Mevlana, Konya,Aşk deyince hüzün çöken,hemen ağlamaya başlayan ikinci bir kişinin görülmediği bu zatların beyanlarından anlaşılmaktadır.

İkinci Evliliği ve Vefatı
Dostlarının teşvik ve tanıştırması ile ilkokul öğretmenliğinden emekli Hatice Hanım’la hayatını birleştiren Yaman Dede, eski karısı ve kızını zaman zaman telefonla arayarak hediye ve ikramlarda bulunmayı ömür boyu ihmal etmemiştir.
1962 yılına gelindiğinde çok hasta olmasına karşın Acıbadem’deki evinden Bağlarbaşı’ndaki Yüksek İslam Enstitüsüne derslere gelmeye devam eder. O artık paltosu içinde zayıf, ceset gibi solgun,75 yaşın yorgunluğuyla bedenini sürüyerek yürümektedir.3 Mayıs 1962 Perşembe günü “Ölüm asûde bir bahardır” diyerek Hakka yürür. Öğrencileri ve yüzlerce seveninin omzunda Karacaahmet Mezarlığına defnedilir.

Bir İstirham
Karacahmet mezarlığının Küçük Selimiye Camii karşısındaki kapısından girişte yatar Yaman Dede. İstanbul’da yaşama bahtiyarlığına erenler,ya da yolu bir gün düşeceklere sesleniyorum:
Bu Hak aşığını mutlaka ziyaret ediniz. Küçük Selimiye Camii kapısını arkanıza alıp Karacaahmete girdiğinizde 15 adım yürüyünüz. Durduğunuz zaman solunuzda asırlık bir servinin altında karısı Hatice Hanımla yan yana yatan Yaman Dedeyi göreceksiniz. Siyah,yosun kaplı mezar taşı üzerinde şunları okuyacaksınız:

HuvelBaki
Mevlana Aşıkı Yaman Dede
Hakk’a kavuşmak için ircii emrine etti itaat.1304-3.5.1962
Bütün Hak aşıklarına binlerce Fatiha...

SoN...

Alıntıdır.

7 Aralık 2008 Pazar

Patrikhane'den Tekke'ye " Yaman Dede" - II -

Farkında Olmadan Mümin Olmak
Farsça dersinde başta Mesnevi olmak üzere Şark İslam Klasiklerinden beyitler ezberleyen,Din Dersinden gayrimüslim talebeler muaf olduğu halde sınıfta oturan ve bir Müslüman gibi İlmihal bilgilerini,Rasulullah’ın hayatını,inanç esaslarını öğrenen Diyamandi, farkında olmadan içindeki aşk ile mümin olmuştur. İslam’a duyduğu sevgi gün geçtikçe artmakta,bir taraftan tıpkı Farsça edebi metinler gibi aruz kalıpları ile rubailer,gazeller yazmaya çalışmaktadır. Ancak toplum,okul,arkadaş ve aile çevresinde halen Hıristiyan olarak tanınmaktadır.
Arapça metinlerle birlikte hadisi şerif ve bazı ayetleri de ezberlemeye başlar. Yazdığı beyitler, edebiyat hocasının gözünü doldurur. Hocası bir şiirini şu mısralarla övecektir:
Aferin yavrum güzel,hem de pek güzel,.................Aferin yavrum güzel gerçekten çok güzel
Manevi sûrî füyuzun berter etsin Lemyezel ..........Manevi sevinç ve ilhamlarını artırsın Allah
Liseyi birincilikle bitiren Diyamandi,Arapça ve Farsça hocalarından özel dersler de alır. Üniversite tahsili için İstanbul’a hareket eder.

Genç Bir Avukat

İstanbul’da Hukuk mektebine giren Yamandi Molla,fakülteyi bitirdikten sonra devlet kademesinde görev alır. Bu esnada özel hocalardan edebiyat ve İslamî ilimler okumaya devam eder. Kendi ifadesine göre artık hidayet bulmuş,lisana dökemese bile kalpten Kelime-i Şehadeti çoktan kabul etmiş ve gizli Müslüman olarak yaşamaya başlamıştır. Meşhur mevlevi dedelerinden Ahmed Remzi Dede’den Mesnevî okur. Mesnevide Mevlana’nın mikrobu,serumu haber verdiğini görünce aşkı ve hayranlığı kat kat artar. Hatta Mevlana’nın hayata gözlerini yumacağı tarihi bir beyitte ebced hesabı ile ifşa ettiğine hayretle şahit olur. Mesnevi ve şerhlerini(açıklamalarını) kısa sürede okur.

Bir yandan devlet kademesinde görevine devam ederken diğer yandan şiir çalışmaları sürmekte,
Ankara Radyosunda çeşitli Mevlevi büyüklerinin hayatını anlatan sohbet programı yapmaktadır. Bu programlar, devrin gazete yazarları ve ediplerinin dikkâtini çeker. Kısa sürede edebiyat ve ilim çevrelerinde yer edinir.

Aşıklar Kâbesi
Mevleviler arasında Konya; Aşıklar Kâbesidir. Yaman Dede de kırklı yıllarda sık sık Konya’ya sefer eder. Şeb-i Arus törenlerinin özel davetlilerindendir artık. Biri İstanbul’a gelse ve “Ben Konya’dan geliyorum” dese Yaman Dede “Demek Sultanımızın şehrindesiniz” der; alır,yedirir,içirir ikram eder!... Konya ve Mevlana onun için özel aşk bestesinin vazgeçilmez iki notasıdır.

Müslümanlığını İlanı
1942 yılından itibaren, başta azınlıklara mensup kız ve erkek liseleri olmak üzere çeşitli okullarda Türk Edebiyatı ve Farsça okutan Yaman Dede, devlet hizmetinden ayrılmış, eğitimciliğin yanı sıra serbest avukatlık yapmaya başlamıştır.

Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde Mevlana konulu konferanslar verir. Ancak halen gizli bir mümindir. Namazını en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılmakta,Ramazanda gizli oruçlar tutmaktadır. Kızı ve eşi inancından habersizdir. “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum, ama ailem bunu hiç bilmedi!..” der hatıratında. Avukatlıktan çok zamanını lise derslerine, gençliğin manevi aşkı tanımasına ayırmaktadır.
15 Şubat 1942 de ismini değiştirir ve Mehmet Abdülkadir KEÇEOĞLU adını alarak nüfus idaresine ismini ve yeni dini İslam’ı tescil ettirir. Bu sırada 55 yaşındadır. Kırk yıldır sakladığı yeni kimliğini kuşanmış, ama o saatten sonra da aile içi sancı başlamıştır.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Başlıksız ..!

ve Yorumsuz...

DECCAL


Ortaokul yıllarındaydık, çok severdim din derslerini, şimdi de seviyorum ama arada farka var,
o zamandan bu güne..O zaman öğrendiğimi uyguluyordum şimdi ise uygulamada hep sınıfta kalıyorum, çabalıyorum ama hep kalıyorum.

Boksör bir din öğreticimiz vardı, konumuz Deccal di, dedikleri yüreğime işlemişti " Deccal gelecek, ve ben İlahım diyecek, ona inananlar çok rahat edecek, inanmayaların ise televizyounu,buzdolabı.. dünyalıkları onun peşinden gidecek, çırçıplak kalacak, çocuklar" demişti.Sonra " Bir yiğit çıkacak(kadın-erekek farketmez) Sen ilah değilsin diyecek, Hadi İlahsan beni öldür tekrardan dirilt diyecekti, öldürecekti ve tekrardan dirltecek, yiğit tekrar diyecekti, bir daha yap diye ve yiğidi öldürüp tekrar diriltemeyecekti..."

Rüyamda Bankaları gördüm, Kredi Kartlarını gördüm, Rüşvet ile elde edilmiş mekanlar gördüm,Televizyonu; bir aileyi iştahlı iştahlı yerken gördüm..Hak edilmeden hak ettiğimizi sandığımızı duygularımızı gördüm de Feryad ettim, ama bataklık gibiydi, daha da çekti içine bu görüntüler, bu hisler beni..Sonra bataklığın içinde nefesim kesildi, bir darlıkta buldum kendimi, Çok büyük bir bina vardı, heybetli heybetli bana bakıyordu, ona doğru ilerledim, kapısında kocaman Deccal yazıyordu, sonra hoşgeldin, sonra ne istersin, sonra sakın yorma beynini diğlediğince al, geri ödemesini sonra yaparsın gibi yazılar... Birden Azrail geldi, vurdu göğsüme, kendimi zebanilerin ellerinde buldum, bir karanlık vardı önümde, bu ne dedim Cehennem A.S dediler, hani ateş dedim cevap yoktu, derinlerden bir ses geldi koşarcasına, çok sinirliydi, atın bunuda, daha yok mu istiyorum, akılları olmayanları istiyorum, söz dinlemeyenleri istiyorum, sinirleniyordu ses, sinir yükseldikçe karanlık artıyordu.. Ve birden uyandım, rüyanın içinde rüyaya dalmışım, sonra sazlıklar gördüm, Sena'm ile sazlıkların içinden ney olmak isteyen kamışları toplamaya koyulduk, çok mutluydum, bir den mutlu oluverdim..

Ben rüyamın rüyasında Deccali gördüm..

5 Aralık 2008 Cuma

Patrikhane'den Tekke'ye " Yaman Dede" - I -

Aşk bir gönle düştü mü orada kendi tabiatını hâkim kılar. Orayı temizler, yakar, yıkar, kendi binasını kurar. Böyle olunca Yaman Dede’nin içine düşen ilahi bir aşktı. Ve bu aşk kendi gönlünü, kendi tabiatına göre imar etti, kurdu ve oradan hiç çıkmadı, sönmedi ve hayatının sonuna kadar onu kendi yönüne doğru, ilahi yöne doğru çekti.
Mustafa Demirci

Kim Bu Yaman Dede?
Kayseri’inin Talas ilçesinde Rum esnaflardan iplik tüccarı Yuvan Efendi ile Afurani Hanımefendinin oğlu Diyamandi 1887 yılında dünyaya gelir. Henüz on aylık iken ailesi Kastamonu’ya göç eder. İlk tahsilini Rum Ortodoks Mektebinde yapan küçük Diyamandi,1901de Kastamonu İdadisi(lise)ne girer. Yedi yıllık idadiyi birincilikle tamamlar. İdadide arkadaşları kendisine “Yamandî Molla” lakabını takarlar. Bir Rum çocuğuna neden molla lakabı takılmış, gelin Yaman Dedenin kendi ağzından dinleyelim:
Dönüşün Kapısı Farsça Dersi
Rüştiye birinci sınıfta iken 13 yaşımda idim. Bu sınıfta Arapça ve Farsça dersleri başlar. Bütün dersleri sevmeme karşın Türk Edebiyatı ile birlikte Arapça ve Farsça’ya pek düşkündüm. Rüştiye ikinci sınıfta ders yılının ortalarındayız. Farsça Hocamız, Şeyh Sadi’nin Gülistan’ını okuturdu. Arada sırada başka manzumeler de yazdırırdı. Bir gün siyah tahtaya yazdığı birkaç beyit kalbimi tutuşturmaya yetti. O beyitleri bugün gibi hatırlıyorum. Mesnevi’nin ilk beyitleri idi:

Bişnev in çün şikayet mî küned/Ez cüdâyîhâ hikayet mî küned

Kez neyistân ta mera bübrideend / Ez nefirem merd ü zen nalideend
Dinle neyden ki hikayet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede
Tahtaya yazılan ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit ise içimi yaktı. O an içimde yanmaya başlayan aşk ateşini kelimelere dökmekte aciz kalıyorum.


Alıntıdır ....

Devamı Gelecek...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Bir Beyhude Olmuş Hayat "Bay Patan'a"

Küçük yaşamımızda, tüm evrenin sırları ile dolu sandığım(ız) kısa hayalimizde, düşünmekten ve kendimiz olmaktan öyle alı koyulduk ki.. Bazen özgürlük çemberini düşünürümde, hani kimse özgür değildir ya, işte kimilerimizinde düşünme özgürlüğü kısıtlanmış, kısıtlanmış derken Aydın kesim olarak nitelendirilen insanların dünyaya olan farklı bakış açılarından bahsetmiyorum.Hani sanmayın Aydın kesim derken onları küçümsüyor bir tavırda da değilim ki Ne haddime!!!

Bahsettiğim şu : Hep rollerdeyiz, işinde işçi-memur müdür, evinde anne-baba-evlat, sosyal çevrende dindar-sosyalist-aydın-yobaz... Hep bir ismin altına saklanma, hep bir role bürünme..Peki Biz neredeyiz.. Su faturasını ödeme derdine düşerken Sen nerede,Hayallerin ile yüklediğin geleceğin iş adamı, patronu vs.. oluverirken adım adım, Sen neredesin..Fillerin ortalarında hep bir özne ama rollere bezenmiş, kendi Öz varlığını unutan Özne iken, bol yıldızlı ılık akşam esintilerinde Nefesin nerede...

Hep bir koşturmaca, bir an kendimizi çekipde işten,aştan kendimizi düşünen biz nerede Acaba???

Bu satırlarda buldum ben biraz kendimi, düşünüyorum çünkü; O halde Yokum :) Var olsam düşünmezdim Varlığımı, varOlanı..VarOlmak için bir savaş bu dünya, düşünüyorum çünkü Yokum..Varolsam düşünmezdim varolmayı...Her an mutlu olurdum ya da Her an üzüntülü olurdum..Sabitlenirdim VarOlsaydım.. Herhalde.. Herhalde diyorum çünkü idrakinde değilim Varlığın..Varlığımın..

Bana bu düşünceleri dökmeme vesile olan Bay Patan kucak dolusu Selamlar...

2 Aralık 2008 Salı

Sallamsyon



Başlıktanda görüldüğü üzere, kendini bilmez, bilsede sallamaz bir yazı çıkmasını beklerken, insanın aklına türlü türlü konular geliyor, parmak uçlarındaki sinirler acaba yazma olayını mı tetikliyor?Tetikleyincede beyin ne yapsın, bir şeyler bulmak zorunda mı hissediyor kendini ne!!!

Karmaşık gibi görünen şu dünyanın basit düzleminde yol almaya çalışan bizler, asıl karmaşıklığı bu yazılarda mı yaşıyoruz??? Yaz(a)mayan lar da düşüncelerde mi yaşıyor acaba, çünkü çok basit gibi gözüksede sallamasyon bir yazıda ancak bu kadar kelimeler dökülüveriyor, türlü türlü konu dedik ya!


Birden gözüme sigaram ilişiverdi de, hasretliği bitirdim çakmak taşının aşkı ve gazın doyumsuz isteği ile.Çektim içime koca bir fırt!!!Oh öldü hücreler beynimde, zaten bu aralar pek de beynimizi kullanamıyoruz yurtdaş ve dünyadaş olarak, herkes tutturmuş kocaman olacam diye, kocaman olduk da kocayıverdik diyor kocaman olan kodaman amcalar, Eee nerede dünyanın espirisi, geriye dönüp baktığında, nerelerde eşsiz eserlerin...Of ya çok bilindik sözler bunlar daha iyisi olmalı diyor içimdeki ben.. Ama sallıyoruz işte, hayatın ucuna dokunabilir mi diye...

Bu aralar bir krizdir gidiyor ki, gördüğüm ne kriz var ne priz..Hep pehriz, hep pehriz...Alışveriş merkezleri hınca hınç dolu, alıyorlar, zengin daha zengin, aç daha aç krizi var gibi... Ama inanmıyor eşşek gözlüklüler, bir oyun olduğuna...Aç'a hergün kriz,hergün pehriz... Zar nasıl düşerse düşsün, sevilen hep aç!!!